PROMOSYON
Yunus Emre Kaya
Köşe Yazarı
Yunus Emre Kaya
 

Toplumsal Çürüme

Değerli Okurlarım, ​Yoğunluğumdan kaynaklanan bu uzun ayrılık için öncelikle affınıza sığınıyorum. Gönül isterdi ki daha neşeli konularla dönelim, ancak vicdani bir borç beni bu hafta bambaşka bir başlığa yöneltti: Göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçeklik bu; değerlerimizdeki aşınma, empatinin tükenişi ve ahlaki erozyon her geçen gün daha da derinleşiyor. Bugün, hepimizin sorumluluğunda olan o büyük resme yakından bakacak, bu can yakıcı duruşun kökenlerini ve sonuçlarını ele alacağız. Toplumsal Çürüme Modern hayatın çarkları arasında dönerken, "biz" kavramı hızla buharlaşıyor, yerini "önce ben" diyen bir mantığa bırakıyor. Başkasının acısına, derdine, yokluğuna karşı duyarsızlaşma hali, bir tür ahlak ve empati erozyonu yaşıyoruz. Komşusu açken tok yatanın utancını hissetmek yerine, onun durumunu kendi kişisel başarısızlığı olarak etiketleme kolaycılığına sığınıyoruz. Bencilliğin bu yükselişi, en temel toplumsal değerleri, yani dayanışmayı ve fedakârlığı yerle bir ediyor. Artık birine yardım eli uzatmadan önce, bilinçaltımızda otomatik olarak şu soru beliriyor: "Peki bana ne faydası var?" Güven ilişkilerinin zayıflaması, gönüllülük esasına dayanan işlerin azalması ve en nihayetinde herkesin kendi küçük dünyasında yalnızlaşması, bu çürümenin somut sonuçlarıdır. Bencillik virüsü sadece bireysel ilişkilerle sınırlı kalmıyor; kamusal alana ve kurumsal yapıya da sızıyor. Toplumsal çürümenin en net göstergeleri, İyiliğin ve fedakarlığın göz ardı edildiği yerde başlar. Uzun vadeli, topluma fayda sağlayacak planlar yerine, günü kurtaran, kişisel veya dar grupsal çıkarı gözeten kararların artması bir tesadüf değildir. Etik değerler arka plana atıldığında, ahlaksızlık ve kayırmacılık normalleşir. Çünkü sistem, artık "doğru olanı yapmak" üzerine değil, "yandaş olanın çıkarını korumak" üzerine kurulmuştur. Bu, bireyleri dürüst olmaktan vazgeçiren ve toplumun insanlığa olan inancından mahrum bırakan zehirli bir döngüdür. Çağımız, tüketim kültürü ile bencilliği sürekli besliyor. Sürekli daha fazlasına sahip olma arzusu, bireyi durmaksızın rekabete ve etik değerleri yok saymaya zorluyor. Değerimiz, ne kadar iyi bir insan olduğumuzla değil, ne kadar imkana sahip olduğumuzla ölçülür hale geliyor. Buna ek olarak, dijitalleşme ve sosyal medya narsizmi körüklüyor. Herkes kendi sanal sahnesinde, kendi hayatının kusursuz versiyonunu sergileme peşinde. Bu 'görünme' ve 'onaylanma' bağımlılığı, bizi gerçek bağlardan koparıp, yüzeysel alkışlara hapsediyor. Etrafımız insan dolu olsa bile, içimizde derin bir yalnızlık hissediyoruz. Toplumsal çürüme geri döndürülemez bir kader değildir, ancak bu gidişatı durdurmak için öncelikle bireyin kendi içinde bir dönüşüm başlatması gerekir. Toplumsal çürümeye karşı duruş, büyük kahramanlıklarla değil, küçük ama samimi fedakârlıklarla başlar. Bir selam vermekle, akrabalık, dostluk, komşuluk ilişkilerini korumakla, toplumsal hadiselere duyarlı olmakla, trafikte birine yol vermekle, bir sivil toplum hareketine destek olmakla... Eğitimden aileye, medyadan siyasete kadar her alanda empatiyi ve ortak sorumluluğu yeniden birincil değerler yapmak zorundayız. Unutmayalım ki, bu gemide hepimiz varız. Toplumun geleceği için bize rehberlik etmesi gereken soru artık "bana ne?" değil, "bize ne olacak?" olmalıdır. O güçlü, dayanışmacı silüeti yeniden inşa etmek, sadece kendimizi değil, çocuklarımıza bırakacağımız mirası da kurtarmaktır.
Ekleme Tarihi: 16 Ekim 2025 -Perşembe

Toplumsal Çürüme

Değerli Okurlarım, ​Yoğunluğumdan kaynaklanan bu uzun ayrılık için öncelikle affınıza sığınıyorum. Gönül isterdi ki daha neşeli konularla dönelim, ancak vicdani bir borç beni bu hafta bambaşka bir başlığa yöneltti: Göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçeklik bu; değerlerimizdeki aşınma, empatinin tükenişi ve ahlaki erozyon her geçen gün daha da derinleşiyor. Bugün, hepimizin sorumluluğunda olan o büyük resme yakından bakacak, bu can yakıcı duruşun kökenlerini ve sonuçlarını ele alacağız. Toplumsal Çürüme Modern hayatın çarkları arasında dönerken, "biz" kavramı hızla buharlaşıyor, yerini "önce ben" diyen bir mantığa bırakıyor. Başkasının acısına, derdine, yokluğuna karşı duyarsızlaşma hali, bir tür ahlak ve empati erozyonu yaşıyoruz. Komşusu açken tok yatanın utancını hissetmek yerine, onun durumunu kendi kişisel başarısızlığı olarak etiketleme kolaycılığına sığınıyoruz. Bencilliğin bu yükselişi, en temel toplumsal değerleri, yani dayanışmayı ve fedakârlığı yerle bir ediyor. Artık birine yardım eli uzatmadan önce, bilinçaltımızda otomatik olarak şu soru beliriyor: "Peki bana ne faydası var?" Güven ilişkilerinin zayıflaması, gönüllülük esasına dayanan işlerin azalması ve en nihayetinde herkesin kendi küçük dünyasında yalnızlaşması, bu çürümenin somut sonuçlarıdır. Bencillik virüsü sadece bireysel ilişkilerle sınırlı kalmıyor; kamusal alana ve kurumsal yapıya da sızıyor. Toplumsal çürümenin en net göstergeleri, İyiliğin ve fedakarlığın göz ardı edildiği yerde başlar. Uzun vadeli, topluma fayda sağlayacak planlar yerine, günü kurtaran, kişisel veya dar grupsal çıkarı gözeten kararların artması bir tesadüf değildir. Etik değerler arka plana atıldığında, ahlaksızlık ve kayırmacılık normalleşir. Çünkü sistem, artık "doğru olanı yapmak" üzerine değil, "yandaş olanın çıkarını korumak" üzerine kurulmuştur. Bu, bireyleri dürüst olmaktan vazgeçiren ve toplumun insanlığa olan inancından mahrum bırakan zehirli bir döngüdür. Çağımız, tüketim kültürü ile bencilliği sürekli besliyor. Sürekli daha fazlasına sahip olma arzusu, bireyi durmaksızın rekabete ve etik değerleri yok saymaya zorluyor. Değerimiz, ne kadar iyi bir insan olduğumuzla değil, ne kadar imkana sahip olduğumuzla ölçülür hale geliyor. Buna ek olarak, dijitalleşme ve sosyal medya narsizmi körüklüyor. Herkes kendi sanal sahnesinde, kendi hayatının kusursuz versiyonunu sergileme peşinde. Bu 'görünme' ve 'onaylanma' bağımlılığı, bizi gerçek bağlardan koparıp, yüzeysel alkışlara hapsediyor. Etrafımız insan dolu olsa bile, içimizde derin bir yalnızlık hissediyoruz. Toplumsal çürüme geri döndürülemez bir kader değildir, ancak bu gidişatı durdurmak için öncelikle bireyin kendi içinde bir dönüşüm başlatması gerekir. Toplumsal çürümeye karşı duruş, büyük kahramanlıklarla değil, küçük ama samimi fedakârlıklarla başlar. Bir selam vermekle, akrabalık, dostluk, komşuluk ilişkilerini korumakla, toplumsal hadiselere duyarlı olmakla, trafikte birine yol vermekle, bir sivil toplum hareketine destek olmakla... Eğitimden aileye, medyadan siyasete kadar her alanda empatiyi ve ortak sorumluluğu yeniden birincil değerler yapmak zorundayız. Unutmayalım ki, bu gemide hepimiz varız. Toplumun geleceği için bize rehberlik etmesi gereken soru artık "bana ne?" değil, "bize ne olacak?" olmalıdır. O güçlü, dayanışmacı silüeti yeniden inşa etmek, sadece kendimizi değil, çocuklarımıza bırakacağımız mirası da kurtarmaktır.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mutajans.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Zeynel Abidin
(16.10.2025 09:49 - #321)
Çok güzel olmuş görüşlerine tamamen katılıyorum. Toplumda sadece ben kültürü var oldukça Rabbena hep bana düşüncesinden kurtulamadığımız sürece yozlaşma devam edecektir
Yunus Emre Sn. Hocam Teşekkür ederim. İnşallah faydalı olur.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mutajans.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.